Ana içeriğe atla

Popüler Olmak (2010-06-13 Pazar)

Artık heryerde popüler olacaksın. Popüler olmazsan sana hiç bir şey yok. İşin aslında doğruyu söylüyor olsan bile eğer söylediğinin popüleritesi yoksa, kusura bakma, yapacak bir şey yok. Hadi bu konu sanatsal düşüncelerde daha bir su götürür. Sesleri, hareketleri, renkleri, şekilleri, duyguları düşündüğümüzde açıklamalar yapmak zor, bilim ortaya konulsa tam olarak açıklayamıyorsunuz, konu ile ilgili binlerce kitap, makale, sanat nedir sorularına aranılan cevapları bulabilirsiniz. Tabii ki bu ortamda popüler olmak çok önemli bir hal alıyor.

Peki ya siyaset? Siyasette de mi durum böyle? Olmamalı. Siyasetçinin popüler olması onun sözlerinin doğruluğunu, asıl ülkenin ihtiyacı olduğunu bize gösterir mi? Göstermez. Ama artık tartı bu şekilde tartıyor. Artık popülerseniz her dediğiniz doğru. Söylenilen sözlerin eskiyip eskimediği tartışılıyor, doğru olup olmadığı değil. Buradan da maalesef doğrulukla popülerliğin birbirine karıştığını görüyoruz.

İşte size çarpıcı bir örnek, 11 Haziran 2010 günü NTV Soruyor programında Faruk Loğoğlu'nun Türkiye laiklikten uzaklaşıyor düşüncesine Mustafa Karaalioğlu'nun sözleri aynen şöyleydi "Türkiye laiklikten uzaklaşıyor cümlesi demode oldu, artık bir kullanım değeri kalmadı". Yani Türkiye'nin laiklikten uzaklaşıp uzaklaşmamasını politikalar, düşünceler, tavırlar, fiilen uygulamalardan değil de, popüleritesinden ölçen bir yaklaşım, ne istersen yap yaptığın popülerse tamam. Diğerinin söylediği doğru olsa bile eğer popüler değilse hemen işini bitir. Neden? Çünkü popüler değil, kullanım değeri yok.

Türkiye'nin güneydoğu sorununa Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaklaşımının ekonomik ve kalkınma ile ilgili olduğu anlaşılıyor. Etraftan yükselen sesler atağa kalktılar "bu yoksulluk söylemi eski, demode oldu, bu işi çözmez". Benim de merakım şu, bu eski olan söylem icraata geçirildi mi? Türkiye'nin doğusuna ve güneydoğusu kalkındırıldı mı? Hala elektrik gitmemiş köyler olduğu söyleniyor. Bu karşı çıkışı duyunca sanırsınız ki geçmişte Türk milleti el birliği ile bu bölgeye yatırım yapmış, barajlar, fabrikalar, planlı kentleşme, gelişmiş hastaneler, sıcak okullar, sinemelar, tiyatrolar, okuma evleri, bölgenin kültürel özelliklerini dünyaya taşıyacak projelere destek v.b... yapıldığını ama sorunu çözmediğini anlamış. Hayır, durum bu değildir. Durum bu eskimiş söylemi daha evvel kimsenin yapmamış olmasıdır. Ben gerçekten çok merak ediyorum, bu söylenenler yapılınca sorun düzelecek mi?

Düşünün ki kişisel gelişim kitapları okuyorsunuz, ama tavsiyeleri yerine getirmiyorsunuz, sonra da bu kitaplar işe yaramıyor diyorsunuz.

Can alıcı soru ise şu değil midir? "Hayatınız boyunca bir kere bile konsere, tiyatroya veya sinemaya gitmemiş olsaydınız bu gün nasıl bir insan olurdunuz?"

Ama söylem popüler değil. Baştan kayıp mı oldu?

Volkan Özyılmaz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsana Bazen Öyle Gelir

Ama aslında her öyle gelen öyle değildir. Duygular yanıltıcı olabilir. Eğer eşinizi hergün görüyorsanız, hatta görmekle kalmayıp, yemek yiyorsanız, konuşuyorsanız, sevişiyorsanız, film izliyorsanız, ilerliyorsanız, bir süre sonra duygularınız size ne diyecektir? İşte belki de ara sıra sırra kadem basmak, alışmış duygulara bir TOKAT patlatmak, şöyle bir "ne oluyoruz ya" dedirtmek pek sağlıklı olabilir. Tabii bu sadece eş için değil her türlü sürekli ilişki için geçerli. Bununla beraber ortalıktan kaybolduğunuzda işyerindeki patron neder onu bilemem :) Bazen öyle geldiğinde pozitif de olsa negatif de olsa vereceğiniz tepkiyi düşünmenizde fayda var. Volkan Özyılmaz

Ayrılık Acısı Hafifler mi?

Aradan zaman geçer, hafiflemesini beklersin, hafifledi zannedersin. Sonra küçücük bir olay olur... Derinlerden hızla gelir... Anında oraya çıkar... Ve bakmışsın ki onca zaman, onca emeğe rağmen hiç de hafiflememiş. Olduğu gibi duruyor. Patlamaya hazır bir bomba gibi içeride, derinlerde duruyor. Öyle bir yerleşmiş ki... Onu ortaya çıkaracak o küçücük olay, ortalığı dağıtmaya yetiyor. Geriye göz yaşları kalıyor... Volkan Özyılmaz

Bilinçdışıma Parizyenden Müjde (2011-04-14 Perşembe)

İki-üç hafta önce evde arkadaşlarla sohpet halindeydik. Bir yandan da müzik çalıyor. Çalan müziğin kime ait olduğunu merak ettim. Sordum. "Kim çalıyor?". Emile Parisien dediler. Soyadı okunuş olarak bir anda etkiledi, nedense çok beğendim, parizyen. 2-3 dakika sonra kararımı vermiştim. Parizyen isminden harika çorap markası olur diye düşündüm ve düşüncelerimi kelimelere dökerek arkadaşlara da söyledim. Ben söyler söylemez abim "Müjde Parizyen'di galiba" dedi. Meriç onu hemen düzeltti. "Yok o şarkının içindeki kelime, parizyen markanın ismi ." Ben afalladım aslında, galiba parizyen bir çorap markasının ismiydi. Bu kadar tesadüf olamaz diye düşünürken Meriç şarkıyı da patlattı ve söylemeye başladı. "Müjde, müjde size, parizyenden müjde size, zarif, sağlam, esnek çorap...". Evet gerçekler su yüzüne çıkmıştı. Reklamı hatırlamıştım. Müziğini de. Biliç dışımız böyle işte. Geçmişteki bilgilerimizi bize farkında olmadan sürekli çalışıp sunuyor. ...